13 Temmuz 2015 Pazartesi

Bilmediğimiz Ne Kaldı ki?

Bana bilmediğim bir şey söyle mesela. Bunca zamandan sonra düşünmeye değer bir kaç cümle. İnancın kalıyor mu sahi böyle fütursuzca kavga edince. Hiçbir tartışma anlaşmak için değil. Yani biz düşüncesi yitik çoktan bizde. Biz derken ikimizde. Ben anlatamıyorum diye başlayan her cümlede noktayı görmeden başlıyoruz yine,"Ama önce sen beni anlamadın" diye. Anlatmak tek derdimiz. Ama anlamayı istemiyoruz ikimiz de. Anlayacak ne var bir söylesene. Noktasına virgülüne tekrarlanan ve her defasında aynı cevapların verildiği bireysel egoların hüküm sürdüğü ağız dalaşından bir farkı var mı ki?

Susmak belki çok şey anlatıyor olabilir... Elbette ki bilene... Yorgunluktan bitap düşmüş her kimse anlamaya çalışmaz sessizliği. Usulca, artık tükenmiş olan sabrına bir çukur kazar. Ve bir enkaz daha gömülür derinlere. Bir şey daha eksilir senden ve bitmesin diye uğraştıkların bitirir zamanla seni...

14 Nisan 2015 Salı

Ayağıma Batan Cam Kırıkları


   Annemi özledim...

  Ama kendisini değil. 
  Şefkatini. 
  Sabrını.
  Desteğini.
  Güvenini. 
  
 Canım çok sıkılıyor engelleri aşamayınca. Küçük çocuktan ne farkım kalır ki düşüpte ağlayınca. Her şeyin güzel olacağına inanmak istiyor insan. Ama inandığı gibi gitmeyince, tökezleyip de şans eseri tutunamayınca, yarına da küsüyorsun. Ayağına takılan taşa küsüyorsun. Etrafında olmayan dala küsüyorsun. Küsmek kolay geliyor diye belkide. 

Mücadele etmekten mi yoksa edememekten midir, yoruluyor insan. Büyük sular değil de küçük sular boğuyor işte o zaman seni. Sonra da "Amaan, buncacık şey mi takıldığın!" diyorlar. Bilmiyorlar. Bu küçük dağın derine inen kısmını göremiyorlar...

 Annemi özlüyorum dedim de sahi, nerede? 

Ama kendisini sormuyorum.
Şefkati.
Sabrı.
Desteği.
Güveni nerede?






                                                                                                       Kimse aradığım yerde değil. Çünkü bıraktığım yer geçmişte kaldı. Zaman sinsice sevdiğim her duyguyu elimden aldı. İşte her şey o zaman katlanılmaz olmaya başladı...
  

26 Şubat 2015 Perşembe

15. Yıl Seremonisi

özlüyorum. Öyle çok özlüyorum ki baba... hiç farketmiyorsun belki orada sol yanın sızlarken benim burada nefes alamadığımı. Bu pervasızlık seni neden alıkoydu ki bu kadar... beni görmeyecek kadar ne kör etti ki gözlerini. Ben küçücüktüm be baba. 4 yaş çok erken dünyanın gerçekleriyle yüzleşmek için. Taşıyamıyorum baba yardım et. hiç mi duymadın sesimi. Hiç mi ıslanmadı yüzün ben ağlarken. Mesafeler mi ayırdı bizi bir kez daha düşün? Baba ben çok özlüyorum seni. Her baba kelimesinde, her sevgi sözcüğünde, her yanlışımda, her korunmaya ihtiyaç duyduğumda. Baba kelimesi bana nasi dokunuyor hiç bilmiyorsun bile. içimin nasıl acıdığını görmüyorsun. Anlıyorum baba ben her şeyi inan anlıyorum. Hep anladım da zaten. Ama çok yük taşımaktan kısa kaldı boyum. güçsüz kaldı bileklerim. Baba ben yoruldum. Omzuna çıkıp eğlenme yaşlarım çabuk bitti biliyorum. Ama hayat çok acımasız be baba... ben hiç sana yaslanamadım huzurla. Sen görmedin hiç beni. Hiç taşıyacak gücü bulamadın kendinde. Merak etme artık koca kız oldum duruyorum kendi ayaklarımın üstünde. Ama seni çok özlediğimi sen hiç bilmeyecek olsan da söylemek istedim henüz dolmadan vademiz...




10 Ocak 2015 Cumartesi

Bazen

Bazenler çoğalır ya bazen...
Dolarsın hani...
Bi kuşun kanat çırpması garip gelirken 
Onlarca kuşun aynı anda aynı hareketi yapması daha da garip gelir
Ama insanların yaptıkları alışılagelmiş değil mi artık?

Şu yaşadığım hayatın tümünü resmen tam anlamıyla tümünü insanları anlamaya çalışmakla, insanlar arası iletişimi gözlemlemekle, kafamda teoriler üretip onları devirmekle ve tekrar yeni teoriler üretmekle geçirdim. Ne mi anladım? SIFIR. Anladığım tek şey ömrümün sonuna kadar insanları çözemeyeceğim. 

Mücadele yorucudur. Yılmadan çabalarken zor gelmez de yatağa yatıp tam da derin nefes alacakken yorar seni. Yorgunluk o zaman çöker çünkü. Et keser tüm vücudun. Şuan güzel tasvirleyebilirim çünkü tam da o duygulardayım. Yorulmuşum ya. Anlatmaktan, anlamaktan, çabalamaktan, empati yapmaktan, sabretmekten, sinirlenmekten, kırılmaktan kısacası hissetmekten yorulmuşum işte. Yanlış yapmayacağım dedikçe çoğalıyor yanlışlar. Değişiyor olaylar ve insanlar. Koşturuyorsun. Yetişmek için hayata. Sonra bir anda amaçsızca zaman öldürürken buluveriyorsun kendini. Bu da yoruyor seni. Değişkenlik mideni bulandırıyor. Devamlı bir şeylere tanım bulmaya çalışmak seni tüketiyor. Sen nesinki şu hayatta... Kocaman dünyaya küçücük kelime hazinenden tanım koyacaksın...

Kusuyorum. Aynı karıştırdığın midenden çıkanlar gibi. Karışık işte içim. Nefret de ediyorum öyle çok da kızıyorum. Deli deli kızıyorum hem de. Öyle haklı geliyorum ki kendime... Yetiyor mu peki? Keşke yetse...

Hak ediyor musunuz? 

Sizce siz hak ediyor musunuz? Yaşadıklarınızı? Katlandıklarınızı? Mutluluklarınızı? Hayatınızdaki insanları? Bunu kendinize sorabilir misiniz dürüstçe? Ediyorum cevabı popüler cevap olacağı doğuyor içime. Ama bilemiyorum. Kestiremiyorum değil mi? Başımı döndürüyor bu hayat. Algılayamıyorum. Uğraşamıyorum...

Hem soğuk içtiğim sütün beni hasta edip nefes almamı engellemesine ve bu yüzden canımın çok sıkılmasına adeta hayata küsmeme sebep olmasına şaşırıyorum. Hem buna rağmen doktora gitmeyip burnumun dikine gidişime. Hem insanların beni görmediğini düşünüp üzülüyorum hem de kalabalıkta yok olmayı dileyebiliyorum... Aynı anda gökte yüzlercesi birden kusursuzca aynı ahenkte uçuşan kuşlara imreniyorum hem de kendi ufacık dünyama yetişemememe kızıyorum. Ben galiba pek beceremiyorum. Bir ufacık nota beni ağlatırken, damarıma basan bir söz deliye döndürebiliyor. Düşünmeden edilmiş basit bir söz ise delip geçebiliyor. Hem o kadar basit hem bu kadar nasıl zor olabiliyor? 

İnsan olmak yoruyor be vesselam... 

Bazen cidden çok yoruyor...