26 Ekim 2014 Pazar

.

Anlaşılamayan her kim varsa ben o kişiyim.

Yabancı bir ülkede kendi dilinde bir şeyler anlatmaya çalışan aciz bir insanım şimdi.

21 Eylül 2014 Pazar

Kapısız EV

Aslında kimsenin seni anlamasını beklemezsin. Çünkü kimse sen değil. Senin hislerin onların yüreğinde değil. Senin mantığın onun beynine sığmıyor. Başkayız. BAMBAŞKAYIZ.


Ben kabul ediyorum bunu. Kabul etmeyi 4 yaşımda öğrendim çünkü. Annem ile babam beni ortalarına alıp "Biz ayrılsak üzülür müsün?" dediklerinde -ki bu soruyu idrak edebileceğimi düşünen ailemi seviyorum- gülerek ve oyun oynamaya devam ederek "Ayrılırsanız, ayrılııın." demiştim. 4 yaşındaki bir çocuğun bu cümlesinden bir çok şey çıkarabilirim şu an. Asla aman aman depresyonlara girmedim. Hep mutlu bir çocuktum. Sandılarki annemle babamın ayrılmasını hiç takmıyorum. Takmıyor olabilir miydim gerçekten? İnsan böyle bir şeyi umursamayabilir mi?

  Yaptığım tek şey SAYGI duymaktı. Anlamaya çalışmaktı. Çünkü annem benim annem olduğu kadar bir kadındı da. Babam, babam olduğu kadar bir erkek. İkisininde ayrı dünyaları, ayrı içsellikleri vardı. Aşırı derecede aşık olarak evlenilmiş ve 3 çocuk sahibi olunmuş bir evlilik 18 yıl sonra bitirilmeye karar verilmişse bunun gerçekten "onlar için" geçerli bir nedeni vardı. Eğer ayrılma nedenlerini kendi bünyemde eleştirip mantıksız bulsaydım ve bunun için onları suçlasaydım ergenliğe çok erken girip çok geç çıkardım. Bu bencillik olurdu. Ben bu olayın içinde yokum. Onlar karı koca olmaktan vazgeçti diye kendimi suçlayacak değilim. Bu yüzden kendi kendime "NEDEN" diye sormam saçma ve bir o kadar da melankolik bir düşünce olurdu.

 Yapmadım mı? Çok yaptım. Lütfen ama 4 yaşındaydım. Daha "Annenin kız kardeşine ne denir?"i öğrenmeden "Boşanmak nedir?"i öğrendim. Boşanınca aile dağılırdı. Baba başka bir şehirde yaşardı ve sen babana iyi geceler öpücüğü veremeden uyurdun. Gece ağzımda sakızla uyuduğumda boğulurum sanıp sakızı almıştı ben uyurken ağzımdan. Çünkü babalar koruyucudur. Babasız bir aile kapısız bir eve benzer. Evde kimse yokmuş gibi yaşarsın :)

Bir de dul bir kadının kızı olmak diye bir kavram var. Dul kadınlar kötü kadın olmaya çok müsait insanlardır. Çünkü o dul. Çünkü o bekar kızların bilmediği şeyler biliyor. Çünkü o korkulmalı. Benim annem bunlara asla taviz vermeyen bir kadındı. Ama bu tür şeyleri duymaya meyil vermemek için de çok özveride bulundu. Ben bu ailenin tek kız çocuğu olmama rağmen erkek gibi büyüdüm. Önüne bakarak yürü, sokakta yürürken sakız çiğneme, sakız patlatma, kahkaha atma, dar giyme, dekolteli giyme..... Neden? Çünkü biz kapısız bir evde yaşıyoruz. Ben her an kötü yola düşebilirim çünkü. Çünkü benim babam yanımda değil ya, ben aşırı derecede savruk ve çılgın bir kız olabilirim.:)

Seneler boyunca sevgili komşularım ve akrabalarım gördüler ki ben öyle biri hiç olmadım. Her kızın gösterdiğinden daha çok özveri gösterdim. HATA PAYIM HİÇ YOKTU. Hata yaparsan zaten senden beklenileni yapmış olurdun ve bu anneni üzerdi. Hatanı toplayacak, göğüsleyecek bir baban yoktu. Sonra sonra babasızlığa alıştım. Kendi kendimin babası oldum. İnsanlar buna "olgunluk" dediler.

Hangi insan 4 yaşında olgunlaşmak ister?


Şimdi aradan 14 yıl geçti. Bana hala 4 yaşındaki kızı muamelesi yapan bir babam var. Düşüncelerime saygı duyan ama bir türlü istediği kadar mantıklı olamadığım bir annem var. Benim hiçbir durumda ağlamama, duygusal zayıflığıma anlayış gösteremeyen bir abim var. Boşanmanın şokunu benden çok daha ağır atlatmış olan ama bunun aynısını kendi çocuklarına da yaşatmak üzere olan bir başka abim var.

Kimseyi değiştiremezsin. İnsanlar öyledir. Sadece ÖYLE. Öyle olmaları için birçok neden vardır. Ve sen o nedenleri bilemezsin. Bırak olduğu gibi kalsın. Kabul et. Yargılama.

Ben böyle yaptım, yapıyorum. Ve ben olduğum gibiyim. Beni kabul et. DEĞİŞTİRME.


28 Temmuz 2014 Pazartesi

Sabaha Karşı 3 Suları

Bazen kim olduğunuzu bilemezsiniz.
Bazen olduğunuzdan farklı biri olmak istersiniz.
Bazen yanınızdakiler olmasın, uzaktakiler sizinle olsun istersiniz.
Bazen toz olmak, havaya karışmak istersiniz.
Bazen su olmak, birilerinin içtiği bardakta olmak istersiniz.
Bazen kaybolmak, yok olmak istersiniz.
Bazen koşarak sarılmak, hissetmek, tutunmak da istersiniz ama bunlar gözardı edilir hep...

Bazenler çoğalır bazen...
Uykun gelmez mesela.
Ya da izin vermezsin uykuya,
Direnirsin mesela.
Sanki gözlerini kapatmadan önce hala çözebileceğin bir çok şey varmış gibi.
Oysaki sorunlar hep oradadır,
Sen yaklaşmadıkça,
Sen eline almadıkça düğümler hep bıraktığın yerde kalır.

Her defasında da aptalca şaşırırsın ya buna...

Güya akılla geldik dünyaya... Ben kullanamıyorum. Kullanabilen var mı?

"Kısmet" diye hitap ettiğimiz her şey aslında şans oyunlarının bir başka versiyonu değil mi?
Bilmeden kabulleniyoruz. Kabullenmekte sıkıntı yok da bilsek güzel olurdu hani...

Doğru mu yanlış mı, iyi mi kötü mü diye düşünmekten kafam patlamazdı belki. Hoş, çok da işe yaradığı söylenemez de zaten.

Aklımı benden alsınlar. Ya da kalbimi. İkisi beraber kısa devre yapıyor çalışınca.


Ben yoruldum,
Biraz mola verelim hayat.






3 Şubat 2014 Pazartesi

Kaçışlar

İyi mi oldu?
Hata yapmaya başladık, hataya göz yumduk, vazgeçmeye çalıştık, beceremedik, daha iyi hata yaptık, daha çok hata yaptık, hatalar hataları doğurdu, yanlışlıklar yanılgıları, yandık sonra zaten bundan sonra sonumuz yanmaktan öte değil ki...

Hiç hamile kalmamış, hiç çocuk doğurmamış olsam da ben bir anneyim. Bir çocuğum var benim. Yo, hayır aklından şüphem olduğundan değil, sadece ben bir anne gibi kendi doğrularımı en düzgüın kelimelerle ona anlatmaya çabalayıp beceremesem de defalarca ve defalarca yılmadan usanmadan aslında kırmak istemediğim ama kırdığım, aslında hiç söylemediğim ama ona söylemişim gibi gelen birçok sözde hatamı güzellikle incitmeden kırmadan anlatmaya çabalayıp sonunda yine boka batan olduğum için. Biliyorum uzunca ve devrik bir cümle kurdum. İnanın umrumda değil.
Anlatmak istiyorum.
Anlatmaya çabalıyorum.
Ne istediğimi de biliyorum.
Ve hatta ne istemediğimi de.
Ben hala nasıl olup da yanlış anlaşıldığımı çok merak ediyorum.

Kendimi tanıma adına yaptığım onca içsel düşünceden sonra anladığım tek şey ya da vardığım tek sonuç, vicdanlı olduğum.Ve vicdan bir inançtan doğar. Ben inanıyorum. İnandıklarım var. Bunları görmezden gelemem. Hesabını ben vereceğim, sorular bana sorulacak...

Ben neden anlatamıyorum. Ne hissettiğimi, neden hissettiğimi... Dur da bir bak. Bak da bir gör ne olur, onca zamandan beridir birçok şeyi görmezden gelerek yaşadık da ne oldu?
Yo, hayır bunun doğru olmadığını anladım artık. Doğru bu değil. Bu benim doğrum değil. Bir şeyi görmezden gelmek, onu kabullenmeyi geciktirir ancak. Ancak bunun neye faydası varki...

Çıkıpta çatılara bağıra bağıra ses tellerimi yırtarcasına çıkarmak istiyorum sinirimi. Dayanamıyorum. Daha ne yapmalıyım....

Çabalıyorum yemin ederimki ben çabalıyorum. Neden görülmek istenmiyor. Neden yine çamura saplanıp taşlanıyorum?

Bu rengin siyah olduğunu bilirken  nasıl olur da beyazmış gibi davranırım? Bu yanlış. Yanlış işte...

Dünya bir oyun sahnesi... Evet, öyle. Hatta bir sınav, o da doğru. Ve ben bu sınavı geçemiyorum. Geçemiyorum. Korkulu rüyalar görmemin, kafama hiçbir şeyin girmemesinin, dalgın olmamın sebebi de bu işte. beceremiyorum. Ciğerlerimin üstünde ağırlık var nefes almak güçleşiyor. İnsanlar nasıl da mutlu her şey nasıl da basit. Olmuyor be vesselam benimki öyle olmuyor...



24 Ocak 2014 Cuma

Başlık.

Bir başlığım olduğunu hiç sanmıyorum. Yok çünkü. Bir başı yok. Tıpkı sonu olmadığı gibi...

Yıllardır görmediğin biriyle buluştuğunda, söyleyecek kelime bulamamak gibi bir şey... Ya da nereden başlayacağını bilememek...

Bir harf koysam sanki kelimeler dökülecek gibi olsa da yapamıyorum...


Yok olmuşum ben. Yokum. Kendimi bulamıyorum...