Gerek yok bir şey hissetmeye. Yaşın ve aklın vermiş olduğu hissiyat hepsini açıklıyor zaten. Olgunluk yoksunluğu mu acı veren, bilemiyorum. Ama bir şeylerin can sıktığı malum...
Olmuyorsa "bitsin" kelimesinden bıkmış, hatta iğrenmiş olanlardanım. Mücadeleci ruhuma küfür gibi geliyor çünkü. Ben uğraşırken, en zayıf anımda beni yok eden insan, ah o insan... Sevmek, ah o sevmek... Yetmiyor ya, sadece sevmek yetmiyor. Anlamak, aynı duyguları paylaşmak, hissetmek, hoşgörmek gerek. İki insan böylesine güçlü hislerle bağlıyken nasıl olurda suskunluğa düşer böyle...
Bu yabancılaşmaya anlam veremiyorum. Saçma ve manasız geliyor. Kırgınlığımdan bahsetmeyeceğim; şayet o artık hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ben "duygusalım" derken sulu gözlünün tekiyim demedim ki. Hissedebilinen tüm duyguları yoğun yaşıyorum. Kolay mı? Değil. Ama buyum. Yıllardır böyleyim. Böyleydim. İşin kötü tarafı kendimi hiç tanıtamamış olmam. Alttan almak, iyi niyet göstermek, hoşgörmek olumsuz sonuçlar da doğurabiliyor demek. Bazen gereksiz yere olgunluk gösterdiğimi düşünüp kendime kızıyorum. Çünkü üzülüp sonra da dayanamayıp özür dileyen ben oluyorum. Ama boş çabalar... Beni safi sorun olarak gören birine, bir demet çiçekle koşsam boş...
Herkes benden uzaklaşabilir. Herkes kaçıp gidebilir. Yalnızlığın içine atabilir. Ama ben, ben kaçamam ki kendimden...
Olduğumdan fazlası değilim, çoğu insandan fazla olduğum halde. Kusursuz da değilim, çoğu kez göstermesem de. Af dilemeyeceğim, olduğum gibi görünmekten fazlasını yapmadım çünkü. Kırıcı ve kırılgan bir insan olabiliyorum kimi zaman. Bunu da eşek saatime bağlıyorum. Ben kendimi hoş görüp affediyorum.
Çünkü anlamak istese şayet anlaşılacak çok şeyim var...