27 Aralık 2012 Perşembe

Turuncu Ev

   Susmak kolay mı? Ya da çok mu zor konuşmak? Anlatamayınca daha mı iyi? Bilemedim doğrusu.. Yıllardır içimde tuttuklarıma bakılırsa evet, susmak daha kolaymış. Peki şimdi niye susamıyorum? İçime sığmayan bir şeyler var. Neden böyle hissediyorum? Bu acı mı? Bu öfke mi? Sinir mi bu, stres mi? Yoksa bunalım mı, efkar mı? Ne bu ya? Depresyon mu, kuruntu mu? Herneyse bok gibi.
 Hayatını düzene sok dedi bir ses. Kolaydı, dedim içimden. Hatta dedimki her sabah spor yaparım kalktığımda, sonra bir güzel kahvaltı. Derslerimi son dakikasına kadar dinler, eve gelince tekrar eder hatta düzenli olarak test çözerim. Sonra akşamları da erkenden uyurum. Haftasonlarım da bana kalır, oh ne güzel. Evet, hayal dünyam gerçekten başarılı bir senaryo yazdı ama yok... Hayat sana senin planladıklarını vermiyor canım. Sen mutluluktan çıldırdığın dakikaları hayal edersin(dakika dedim dikkatinizi çekerse, o kadar da mütevazi gönlüm) ama o dakikalar bokum gibi geçer. Sen etrafındakileri ağzı kulaklarında hayal edersin, onlar mahkeme duvarıyla karşılar. Sen insanları melek sanarsın, sen insanları vazgeçilmez sanarsın, sen insanları mükemmel sanarsın..... Sen aslında hiç sanmadığın kadar aptalsın. Aptalsın çünkü bir sağar gibi "Ben öyle derim, o da bana şunu der..." diye hayal kuruyorsun. Aptalsın çünkü bugünlerinle yarınlarını bir sanıyorsun. Aptalsın çünkü hayattan çok şey bekliyorsun. Aptalsın çünkü sözel bir zekayla sayısal okuyorsun. Aptalsın çünkü hayatta hiç bir şey güzel değil. Evet sen bunu bilemeyecek kadar aptalsın.
   Oysaki hep turuncu bir ev çizerdim çocukken. 2 katlı, 4 pencereli, 1 balkonlu. Evimin önünde hep bir ağaç ve araba olurdu. Çok güzel Şahin çizerdim doğrusu. Bunları yazarken gülümsüyorum. Mutluymuşum galiba. Dağınık bir hayatım olsa da güzel resim çizerdim. Hatta gelinle damat yaptığım da çok olmuştu. Nedense hep çift olmaktı benim için mutluluk. Sanki tek olmak, yalnız olmak yarım olmak gibiydi. Hep birilerine kızdığımda beyaz atlı prens hayal ederdim. Ama prensin gelmesi için benim uyumam lazımdı. Çünkü o beni öperek uyandıracak hatta "Haydi gel, gidelim bu diyardan, seni çok mutlu edeceğim.." diyecekti. Kabul ediyorum salakmışım. Ama küçük bir kız çocuğuydum ve Pamuk Prensesin, Rapunzelin, Sindirellanın yani kısacası olmak istediğim herkesin bir prensi vardı. Benim de olmalıydı. Olmalıydı çünkü yalnızlık berbat bir şeydi. Sana güzel sözler söyleyen biri yok, sana aşkla bakan, seni dünyasının merkezine alan, seni kaşıkçı elmasından değerli sanan biri yok. Bu yüzden kendini berbat hissetmelisin. Çünkü sen yalnızsın. Sana biri değer vermezse, değerli değilsin demek. Bozuğum ben. Psikoloji düzelmiyor buna inanmıyorum. Hastalık gibi değil yani mikrop gibi atılmıyor kafadan düşünceler. Kanser gibi tam iyileştim dediğin anda tekrar nüksedebiliyor. Çünkü yaşıyoruz. Yaşam bize hep aynı kapıları açıyor. Hep aynı insanları çıkarıyor karşımıza. Dolayısıyla onarılamıyoruz.
   Babama olan kırgınlığımı, güvensizliğimi, öfkemi kimseye anlatamıyorum. Anlatmak istiyor muyum onu da bilmiyorum. Ama ne zaman birine kırılsam ne zaman öfkelensem bir erkeğe aslında babama da kızıyorum. Tekrar tekrar. O iyi bir koca olabilseydi, iyi bir baba da olabilecekti. Babam iradesizdi. Babam zayıftı. Babam dengesizdi. Ve her nedense tanıdığım her erkeği babama benzetiyorum. Böyle giderse feminist olup çıkacağım...


Neyse ya susma vaktim geldi sanırım. 

  Diliyorum ki, ben sahiden aptalın, paranoyağın, feministin tekiyimdir. Dilerim ki suçladığım herkes masumdur. Diliyorum ki bu dileklerim kabul olur.